Merhaba,Yazın başında şu kitapları okuyacağım, şu dersleri bitireceğim, şu testleri çözeceğim, şu işleri halledeceğim deyip de Temmuz’un üçüncü haftası hala bir şey yapmamış gibi hissedenler burada mı? Çünkü ben buradayım ve aynen böyle hissediyorum.Sorun tabii ki gerçekten haziranın başında hatta Mayısının sonunda yaptığım planları uygulamamakta yatmıyor çünkü inanın çoğunu yaptım. Sorun yazın dışındaki yoğun temponun yerini “tatil” konseptine bırakmasında yatıyor. Tatilden kastım da öyle deniz kenarı, havuz klişesi değil. Okulların kapanmasıyla başlayan, yatakta biraz daha kalınabilen, hemen o gün bitirilmesi zorunlu olmayan işlerin olduğu bir süreçten bahsediyorum. İnsanın o kadar çok boş zamanı var ki bu zamanı verimli kullanmaktan uzaklaşmak çok kolay, ne kadar planınıza uysanız bile.Benim okulum Haziran’ın sonunda bittiği için aslında tatilimin daha ilk ayındayım. Ancak okulumun dershanesi Ağustos’un ilk haftası başlayacağı için sanırım bu gerçek, Temmuz’u tatilimin ilk ve son ayı yapıyor. Buradan sinir krizi gülüşümü duyabilir misiniz bilmiyorum o yüzden söyleyeyim, sinirden gülüyorum. Ama ne yaparsınız, okulu ben seçtim, tıp isteyen de benim çalışmadan da bir şey olmaz o yüzden bir aysa bir ay, yapacak bir şey yok. (Bu arada LGS sonuçları için tüm mezunları tebrik ederim, özellikle Robert’e girenler, önünüzde çok eğlenceli(!) bir yol var. Neyse abartmayayım lise eğlenceli sadece diyorum ya “sinir krizi gülüşü.” )Şimdi ben bu bir ay ne yaptım, detaylı anlatmayacağım çünkü bu blog benle ilgili değil, sizle ilgili. Sadece, bu bir ayı gayet verimli geçirdiğimi söylemeliyim. Küçük çocuklara ders verdim, işe girdim, test çözdüm; dolu bir aydı yani. E peki neden şu an kötü hissediyorum? Çünkü tatildeyim, dinlenip denize giriyorum ve bu nedense bende kıymetli “bir ayımı” harcıyormuşum hissi uyandırıyor. Genç okuyucular belki ne diyor bu diye okumaya devam ediyor olabilirsiniz ama bence ebeveynler ne dediğimi biraz biraz anlıyor. Ben de bu haftaki yazımda “dinlenirken” verimli olmanın, akademik açıdan tabii ki, en büyük sırrını paylaşacağım: Kitap Okumak.Ben son TEOG bükücü dönemdeyim ve lise sınavına gireli üç koca sene oldu. Üniversite sınavına ise iki uzun görünümlü kısa sene var. O yüzden hem LGS hem de YKS için çok bilgiliymiş gibi konuşmak beni biraz huzursuz ediyor. Bundan dolayı genelleme ile ilerleyeceğim. Benim sınavım uzun paragrafların öğrenci ile buluştuğu ilk sınavdı diyebilirim. Hele ki o din paragrafları, giren bilir Merve’nin babaannesinden ağaç kavgasına tutuşan komşulara kadar her sorunun bir hikâyesi vardı neredeyse. Tabii benim sınavımla TEOG dönemi bitti, LGS başladı ve girenlerin tek bir dediği vardı, sayısal zor ve çok paragraf var. Şimdi paragraf sorusu çözmek nasıldır hatırlar misiniz sevgili ebeveyn okuyucu emin değilim, ama gıcık bir durumdur. Yeterince odaklanmamışsanız sonuna geldiğinizde başını unutursunuz, paragrafı anlasanız soru neydi hatırlamazsınız, bazen paragrafın amacını sorgularsınız ne okudum ben diye çünkü o kadar saçmadır. Dürüst olalım bazı sorular sırf laf ebeliği olsun diye yazılmış.Fakat, ki bu büyük bir fakat, ne kadar sinir bozucu olsalar da paragraflar günümüzde sınavların en büyük gerçeği. Bakın Türkçe‘deki paragraf soruları demiyorum, paragraflar diyorum, çünkü artık Matematik ve Fen sorularının bile bir paragraflık hikâyeleri var. Aynı zamanda küçük bir parantez “sınavlardan” kastım sadece LGS veya YKS değil, ortaokul bursluluk sınavları da böyle.Okuduğunu anlamak artık en az Sözelci veya Sayısalcı olmak kadar dikkat edilmesi gereken bir kazanım. Herkesin içten içe onayladığı bir inanışı da düzeltmek isterim, hayır sadece Sayısalcılar paragraflar ile sorun yaşamıyor, biz Sözelciler için de durum zor. Eminim şu yazıyı okuyan on anne babadan sekizi kendi çocuğunun birkaç kez soruyu anlamadığı için çözemediğini duymuştur. Ebeveynler, bu çok normal. Gerçekten. Soruyu anlamamaları çok normal çünkü artık ders fark etmeksizin çoğu tuzak sorunun tuzak kısmı sorunun çözümünde değil, sorunun “soru” kısmında. Demem o ki bir kaç yıl sonra çocuğunuz bir soruda “elendiğinde” o soruyu nasıl çözmesi gerektiğini bilmediği için değil, büyük ihtimalle soru kökündeki bir detayı atladığı veya anlamadığı için olacak. Bu gözünüzde çok çabuk büyütebileceğiniz bir problem ama çözümü çok basit: daha fazla soru çözmek ve kitap okumak.E madem artık yaz ve biz “dinleniyoruz,” o zaman soru çözmeyi bu haftalık kenara bırakalım. (Aman ha öyle bütün yaz soru çözmemezlik yapmayın, toparlayamazsınız sonra!) Gelelim kitap okumaya… Yeni gelen jenerasyonun en büyük sorunu kitap okumamaları diye başlasam yanlış olacak çünkü ben de bu jenerasyona dahilim ve şahsen Z kuşağında 2004 sonrası doğanların bu problemden mustarip olduğunu düşünüyorum. Tabii bu tamamen sübjektif ve kendi gözlemlerime dayanıyor ancak hatırlatmak isterim dokuz ve on yaşlarında kardeşim, kuzenim ve iki tane de öğrencim var. Hadi dürüst olalım ve kabul edelim; çocuğunuz büyük ihtimalle kitap okumak istemiyor, hatta nefret ediyor. Elinizden geleni denediniz, belki odasında koca bir kütüphane var ama yok, o kitap okumaktansa başka şeyler yapmayı tercih eder. Üzgünüm okuyucu ama pes edemezsiniz. Çocuğunuz kitap okumak zorunda. Evet bu bir zorunluluk. Tıpkı gelecek kuşağın kod bilmesinin çok önemli olacağı gibi kitap okuyor olması da çok önemli çünkü okumadıkları sürece o paragraflar, sadece sinir bozucu olmakla kalmayacak, onları hayallerindeki okullardan uzak tutacak.Bu yaz, geri kalan iki ayınızda, ne yapın edin çocuğunuza kitap okuma alışkanlığı kazandırın. İnanın bu onların konu tekrarı yapmasından, bir sürü soru çözmesinden, özel ders almasından çok daha önemli. Bırakın dinlensin, ama dinlenirken kitap okusun. Onun ilgisini çekin. Hayvanları seviyorsa hayvan konulu kitaplardan başlayın. Doğa, aksiyon, macera, kriminal, arkadaşlık kitaplarda ne ararsanız var. Çocuğunuzun sevdiği bir konuyu baz alan kitap bulamamanız imkansız. Denemeyi bırakmayın. En nefret ettiğim durum, ki nefret büyük bir kelime ama bu konuda duygum aynen o, birinin zorla kitap okumasıdır. Çünkü okumak kendi bünyesinde kutsal bir eylemdir. Kitapta kaybolmak, o kitapta yaşamak ve o kitapla büyümek kişinin kendisinde kendi isteğiyle yaşaması gereken bir tecrübedir. Bu yüzden hiçbir ebeveynin çocuğuna zorla kitap okutturmasını istemem. Ancak bir ebeveyn olarak çoğunuza kitap okuma alışkanlığı kazandırmakla yükümlüsünüz çünkü bu tıpkı ona matematik, fen veya yabancı dil dersi aldırmak ile aynı kapıya çıkıyor. Sırf “kitap okuma” dersi olmadığı için okumanın önemini göz ardı etmeyin. Dediğim gibi artık her sorunun bir hikâyesi var.

Yazan: Oğuz Atay
Oğuz Atay, 12 Ekim 1934'te Kastamonu'nun İnebolu ilçesinde dünyaya geldi.
çok güzel bir yazı olmuş tebrikler okuduğumda çok keyif aldım Lorem ipsum de tatava lagaluga konas ruuger tucew